Tükenmişlik Sendromu Yükselişte: %70’i Zaten Etkilendi!

Tükenmişlik Sendromu

Tükenmişlik sendromu, pandemi sonrası hızla değişen iş dünyasında giderek daha fazla insanı etkiliyor. Özellikle beyaz yakalı çalışanlar, esneklik vaadiyle gelen hibrit sistemlerin altında eziliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün de resmi olarak tanımladığı bu kronik stres bozukluğu, artık sadece bireysel bir duygu durumu değil; kurumsal verimliliği ve toplumsal sağlığı tehdit eden ciddi bir kriz haline geldi.

Pandemiyle birlikte hayatımıza giren uzaktan ve hibrit çalışma modelleri, başlangıçta konforlu bir dönüşüm gibi görünse de zamanla sınırların bulanıklaştığı, mesai saatlerinin silikleştiği bir yapıya dönüştü. İnsanlar artık ofisten çıktıktan sonra da ulaşılabilir olmaya zorlanıyor; Zoom toplantıları, Slack bildirimleri ve e-postalar günün her saatine yayıldı. Bu da zihinsel olarak kapanamayan bir iş yükü yaratıyor.

Acıbadem Life’tan Uzm. Psikolog Cansu Çelik’e göre bu durum, çalışanları sürekli tetikte, stresli ve yorgun bir hale getiriyor. Duygusal tükenme, işe yabancılaşma ve verimlilikte düşüşle sonuçlanan tükenmişlik sendromu, bireylerin yaşam kalitesini ciddi biçimde etkilerken, kurumlar için de ciddi bir iş gücü ve verim kaybı anlamına geliyor.

Esnek Sistemlerin Görünmeyen Bedeli

Pandemi sonrası dönemde yaygınlaşan hibrit modeller, ilk etapta çalışanlara daha özgür ve dengeli bir hayat vaat etti. Ancak uygulamada bu sistemler, bireylerin iş ve özel hayatını ayırmasını zorlaştıran bir düzene dönüştü. Psikolog Cansu Çelik, bu yapının insan psikolojisinde uzun vadede ciddi hasarlar bırakabileceğini söylüyor:

“Çalışanlar sabah bilgisayar başına geçtiğinde akşam kaçta biteceğini bilmediği bir maratona başlıyor. Bu belirsizlik hali, zamanla kontrolsüz stres ve tükenmişlik duygusunu doğuruyor.”

Görünen o ki esnek çalışmanın “özgürlük” tarafı kadar, “belirsizlik” ve “performans baskısı” gibi olumsuz boyutları da mevcut. İş arkadaşlarının her an çevrim içi olması, bir çalışanın çevrim dışı olmasını bile baskı unsuru haline getiriyor. Günün sonunda bu sistem, insanları bir makineye dönüşmeye zorluyor.

Kaçış Rüyası: Influencerlık da Çözüm Değil

Tükenmişlikten kaçmak isteyen pek çok beyaz yakalı, alternatif yollar aramaya başladı. Bunlardan biri de sosyal medya içerik üreticiliği ya da influencerlık. Bu özgür görünümlü meslek alanı, bireylere yaratıcı olma ve kendi zamanlarını yönetme şansı veriyor. Ancak gerçekte işler pek de öyle değil.

Psikolog Cansu Çelik, içerik üreticiliğine geçiş yapan bireylerin kısa sürede yeni bir stres döngüsüne kapıldığını belirtiyor:

“Takipçi beklentileri, algoritma baskısı, sürekli güncel kalma zorunluluğu… Tüm bunlar, yeni nesil tükenmişlik biçimlerini doğuruyor. Araştırmalar, influencerların %70’inin tükenmişlik semptomları gösterdiğini ortaya koyuyor.”

Yani kurumsal hayattan kaçmak, çoğu zaman başka bir dijital çarkın içine girmekle sonuçlanıyor. Bu da gösteriyor ki problem sadece iş yeri ortamında değil, dijital çağın çalışma biçiminde saklı.

tukenmislik

Tükenmişlikle Mücadele: Kurumsal ve Bireysel Önlemler

Tükenmişlik sendromuyla mücadele, sadece bireylerin çabasıyla çözülecek bir durum değil. Kurumlar da bu konuda adım atmak zorunda. Uzmanlara göre, ruh sağlığını önceleyen insan kaynakları politikaları ve iyi kurgulanmış esnek modeller bu sürecin yönetilmesinde kritik rol oynuyor.

Kurumların uygulayabileceği bazı yapısal çözümler şunlar olabilir:

  • Gerçek esneklik: Sürekli ulaşılabilirlik yerine, tanımlı mesai dışı zamanlar.

  • Psikolojik destek imkanları: Anonim terapi oturumları, danışmanlık hizmetleri.

  • Zihinsel dayanıklılık eğitimleri: Çalışanların stresle başa çıkma kapasitesini artırmak.

Bireyler için ise şu alışkanlıklar öneriliyor:

  • Dijital detoks: Akşam saatlerinde bildirimleri kapatmak.

  • Sosyal destek ağları: Yalnız hissetmemek için aile ve arkadaşlarla bağlantı kurmak.

  • Profesyonel yardım: Erken teşhis ve tedavi için bir uzmandan destek almak.

Psikolog Çelik’in vurguladığı gibi, “Zihinsel yorgunluk artık bu çağın arka plan sesi.” Bu sessizliği aşmanın yolu ise farkındalığı artırmak ve kurumsal yapılarla bireysel alışkanlıkları birlikte dönüştürmekten geçiyor.

Yeni Bir Denge Arayışı Şart

Tükenmişlik sendromu, çağın görünmeyen salgını olarak hızla yayılıyor. Hem çalışanlar hem de işverenler için bu durumun farkına varmak, önlem almak ve sürdürülebilir bir denge kurmak her zamankinden daha önemli. Esneklik, sadece mekânsal bir özgürlük değil; zihinsel yükleri azaltan, üretkenliği destekleyen bir model olarak tasarlanmalı.

Yoksa dijital çağın yüksek tempolu dünyasında her birey, bir sonraki tükenmişlik krizinin adayı olabilir.

Tükenmişlik sendromu, günümüz çalışma kültürünün en görünmez ancak en yıpratıcı krizlerinden biri hâline geldi. Bu durum artık yalnızca bireylerin psikolojik dayanıklılığıyla aşılabilecek bir sorun olmaktan çıkmış durumda. Esnekliğin özgürlük anlamına gelmediği, sınırların silikleştiği, sürekli çevrimiçi olmanın norm hâline geldiği bir dünyada; kurumsal yapıların bu yeni gerçekliğe göre yeniden yapılanması gerekiyor.

Şirketler için artık “çalışan memnuniyeti” ya da “iyi hissetme” gibi kavramlar lüks değil, doğrudan verimlilik ve sürdürülebilirlik ile ilgili temel metrikler. Aynı şekilde bireylerin de kendi sınırlarını çizebilmesi, teknolojiden bilinçli kopuşlar yaşayabilmesi, sosyal ilişkiler ve profesyonel destek aracılığıyla ruhsal dengesini koruyabilmesi giderek daha önemli hâle geliyor. Tükenmişlik, çağımızın görünmez pandemisi; ancak farkındalık, samimiyet ve sistemsel iyileşme sayesinde bu kriz, güçlü bir dönüşüm fırsatına da evrilebilir.

Benzer içeriklere buradan ulaşabilirsiniz.

Önceki Yazı

Sustainable Stream ile Sürdürülebilir İçerik Ekosistemi

Sonraki Yazı

Terleyen Boya ile Serinlik Devrimi: 5 Etkileyici Özellik